Herkese merhabalar, umarım hepiniz sağlıklı ve evinizde güvendesinizdir. Bugünkü yazımı, son zamanlarda kapalı kapılar ardında yeniden konuşulmaya başlanan erken seçim tartışmalarına ayırmak istedim. Erken seçim Türkiye’de hemen her neslin oldukça aşina olduğu bir kavram. Bu bağlamda, yakın dönemde alevlenen erken seçim söylemlerini daha iyi anlayabilmek için Türkiye Cumhuriyeti’nde bugüne dek gerçekleşen erken seçimlere göz atmanın faydalı olacağına kanaat getirdim ve yazımı bu çerçevede kurguladım. Hepinize iyi okumalar dilerim.
2020 yılı dünya gündemini uzun süre meşgul eden ve hâlen etmekte olan birçok olayı beraberinde getirdi. Bakıldığı zaman; ABD ve İran arasında yaşanan gerginlik, Avustralya’daki yangın felaketi, Doğu Afrika’da başlayan çekirge istilası ve hâlâ gündemin büyük bölümünü işgal eden COVID-19 salgını bu olaylara örnek gösterilebilir. Elbette ki yaşananlar bunlarla sınırlı değil, irili ufaklı daha birçok olaya bu beş ay içerisinde hep beraber şahit olduk.
Bu yoğun küresel gündemden hemen her ülke gibi Türkiye de ciddi ölçüde etkilendi. Bunlara İstanbul ve Elazığ depremleri, Türkiye’nin Suriye-Rusya-ABD üçlüsüyle gerginleşen ilişkileri, Van’daki çığ felaketi, dolar kurundaki artış ve bunlara benzer pek çok olay da eklenince, ülke gündemi karmakarışık bir hâl aldı. Bunlar yetmezmiş gibi son birkaç haftadır konuşulan Türkiye’yi yeni bir erken seçimin bekleyip beklemediği konusu, olayları daha da çetrefilli bir duruma getirdi. Peki nedir bu erken seçim mevzusu, bunların Türkiye Cumhuriyeti tarihinde nasıl bir yeri vardır? Hep beraber görelim.

Erken Seçimler
Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimleri, 1977 yılına kadar 1924 Anayasası ve 1961 Anayasası gereğince dört yılda bir yapılmıştır. 1982 yılında yürürlüğe giren darbe anayasası gereğince bu süre beş yıla çıkarılsa da 2007 Referandumu ile genel seçimlerin yeniden dört yılda bir yapılması kararlaştırılmıştır. Trajikomiktir ki 2017 Referandumu’nda milletvekili seçimlerinin cumhurbaşkanlığı seçimleriyle beraber, yeniden beş yılda bir yapılması karara bağlanmıştır.
İsminden de apaçık bir şekilde anlaşıldığı üzere; erken seçim, anayasada belirtilen süre dolmadan gerçekleştirilen seçimlere verilen genel addır.
Erken seçimlerin çeşitli sebepleri olabilir. Koalisyon hükûmetlerinde, koalisyon ortaklarından birinin hükûmetten desteğini çekmesi sonucu hükümet güven oylamasıyla meşruiyetini kaybedilir ve bu bir erken seçime sebebiyet verebilir. Bunun yanında, koalisyon hükûmetinin büyük ortağı, olası bir erken seçimde tek başına iktidar olabileceği düşüncesiyle ülkeyi erken seçime sürükleyebilir. Ayrıca iç ve dış politikadaki başarısızlıkların sonucu olarak halk, meclisten güvenoyu almış hükûmeti erken seçime zorlayabilir. Askeri müdahaleler, genel başkan değişiklikleri ve buna benzer etkiler erken seçimlere neden olabilse de şahsi kanaatimce iktidar hırsı ve açgözlülük Türkiye Cumhuriyeti’ndeki erken seçimlerin en büyük etkenidir.
1946 Genel Seçimleri
1946 seçimleri Türkiye Cumhuriyeti tarihinde birden fazla siyasi partinin mücadele ettiği ilk seçimlerdir. İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye siyasetinde artan muhalif hareketlerin en güçlü dışa vurumlarından biri olan “Dörtlü Takrir” ile kuruluşunun sinyallerini veren Demokrat Parti (DP); 7 Ocak 1946’da siyasi faaliyetlerine resmen başlamıştır. Yirmi üç yıllık tek parti iktidarından ve Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP) halktan kopuk, elitist siyasetinden sıkılan halk; bu yeni partinin kuruluşunu büyük bir coşkuyla karşılamıştır. Halktaki bu kıpırdanmayı gören hükûmet, henüz teşkilatlanma aşamasında olan DP’yi hazırlıksız yakalamak için normal şartlarda 1947’de yapılması planlanan seçimleri 21 Temmuz 1946 günü yapmayı kararlaştırmış ve DP’yi kuruluşundan henüz altı ay sonra seçimlere girmek zorunda bırakmıştır. Bu Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk erken seçimidir.

Kaynak: Demirkırat Belgeseli 2. Bölüm | Dövüş | 32.Gün Arşivi : https://youtu.be/uFGz_hN-A94
Bu seçimlerin meşhur “açık oy, gizli sayım” sistemiyle düzenlendiğini de belirtmek isterim. Konumuz erken seçimler olduğu için 1946 seçimlerinin “şaibeli” tarafına daha fazla değinmek niyetinde değilim.
Seçimler sonucunda CHP genel oyların %85’ini alarak iktidarını 1950 yılına kadar sürdürmüştür. Bu CHP’nin tek başına iktidarda bulunduğu son dönemdir.
1957 Genel Seçimleri
On yıllık Demokrat Parti iktidarı döneminin üçüncü ve son genel seçimleri olan 1957 seçimleri, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’ndeki ikinci erken seçim olma özelliğini de taşımaktadır. 1954 seçimleri sonrasında, DP siyasetinin ve özellikle Adnan Menderes’in gitgide daha otoriter bir hâl alması, ülkedeki iç karışıklıkların artması, DP içerisindeki muhalif seslerin çoğalması, ticaret açığının ortaya çıkması ve enflasyonun büyük oranda artmasıyla DP’ye olan destek ciddi ölçüde azalmıştır. CHP’nin de gücünü artırdığını gören iktidar, 1958 yılında yapılması gereken genel seçimlerin 27 Ekim 1957 günü gerçekleştirilmesine karar vermiştir.

Kaynak: Demirkırat Belgeseli 6. Bölüm | Baskı | 32.Gün Arşivi : https://youtu.be/2Pgic61TqZY
Seçimlerde DP %48 oyla ve dört yüz yirmi dört milletvekiliyle iktidarını korurken CHP oyların %41’ini alarak meclise yüz yetmiş sekiz milletvekili sokmayı başarmıştır. Oy oranları birbirine çok yakınken milletvekili sayıları arasındaki büyük farkın sebebi 1946-1960 yılları arasındaki seçimlerde uygulanan listeli tek-turlu çoğunluk sistemidir. Buna göre bir ilde en yüksek oy oranını alan siyasi parti, o ildeki tüm milletvekillerini kendi partisinden çıkarma hakkına sahiptir. DP iktidarı 27 Mayıs 1960 askeri darbesiyle sona ermiştir.
1987 Genel Seçimleri
12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından kurulan Milli Güvenlik Konseyi (MGK), darbe sonrasındaki ilk seçimler olan 1983 seçimlerine hangi partilerinin girebileceğine karar veren yetkili mercidir. MGK’nin kararları doğrultusunda 1983 seçimlerine üç parti katılma hakkı elde etmiştir: Milliyetçi Demokrat Parti (MDP), Halk Partisi (HP) ve Turgut Özal’ın partisi olan Anavatan Partisi (ANAP). Askeri cuntanın, sırasıyla merkez sağı ve merkez solu temsil eden MDP ve HP’yi desteklemesine rağmen, seçimleri genel oyların %45’ini alan AP kazanmıştır.
Bu seçimlere Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş gibi siyasetçilerin girememe sebebi, 1983 Seçim Kanunu’nun 1980 yılından önce aktif olan siyasetçileri on yıl süreyle siyasetten veto etmesidir. Fakat bu yasak 1987 Referandumu’nda yalnızca yetmiş beş bin oy farkla kaldırılmış ve yasaklı siyasilere meclis yolu açılmıştır. Siyasete geri dönen isimleri hazırlıksız yakalamak isteyen Özal, 1988 seçimlerini bir yıl öne alarak seçimlerin 29 Kasım 1987’de yapılmasını sağlamıştır.

Seçimler sonucunda ANAP oyların %36’sını alarak tek parti iktidarını korumayı başarmıştır. Bu denli düşük bir oy oranıyla ANAP’ın tek başına iktidar olabilmesinin nedeni 1982 Anayasası’yla getirilen %10 seçim barajı uygulamasıdır.
1991 Genel Seçimleri
1980’li yıllar Türkiye’de büyük bir neoliberal ekonomik değişimin yaşandığı yıllardır. Bu değişimin ana aktörü olan Turgut Özal’ın popülaritesi de açık market ekonomisinin ülkedeki refahı yükseltmesiyle beraber artmıştır. Fakat 80’lerin sonuna gelindiğinde, kurumsallaşma ve planlamadaki eksikler dolayısıyla yeniden çoğalan ekonomik sorunlar ANAP hükûmetini ciddi biçimde sarsmıştır.
Bu sarsıntının en ciddi tezahürü ise 1989 yerel seçimleri olmuştur. Bu seçimlerde toplam oyların %22’sini alarak bir önceki genel seçimlere göre ciddi bir oy kaybı yaşayan ANAP, diğer siyasi partilerce meşruiyetlerini yitirdikleri yönünde eleştirilmişlerdir. Bu mağlubiyete ve eleştirilere göğüs germek yerine, meclisteki milletvekili çoğunluğunu kullanarak aynı yıl kendisini cumhurbaşkanı seçtiren Özal’dan boşalan ANAP genel başkanlığı koltuğuna, 1991 yılında Mesut Yılmaz seçilmiştir.
Genel başkanlığın Mesut Yılmaz’a geçmesiyle birlikte, Yılmaz’ın yeni lider imajını yıpratmamak ve ekonomik problemler neticesinde uygulanması planlanan kemer sıkma politikasının seçim sonuçlarını etkilemesini önlemek amacıyla 1992 yılında yapılması gereken genel seçimler bir yıl erkene alınmıştır.

20 Ekim 1991 günü gerçekleştirilen seçimler neticesinde Süleyman Demirel’in Doğru Yol Partisi (DYP) oyların %27’sini alarak birinci parti olurken, Yılmaz’ın ANAP’ı %24 oyla ancak ikinci parti olabilmiştir. Erdal İnönü liderliğindeki Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) ise %21 oy almıştır. Hiçbir parti mecliste tek başına salt çoğunluğa ulaşamadığı için 1991-1995 yılları arasında ülkeyi DYP-SHP koalisyonu yönetmiştir. SHP’nin Şubat 1995’te CHP ile birleşmesiyle, bu koalisyon kalan süreçte DYP-CHP koalisyonu hâlini almıştır. Bu dönemdeki bir diğer önemli olay ise Turgut Özal’ın 1993’te kalp krizi sonucu hayatını kaybetmesi ve yeni cumhurbaşkanı olarak Süleyman Demirel’in seçilmesidir. Demirel’den boşalan DYP genel başkanlığı koltuğuna ise Türkiye’nin ilk ve tek kadın başbakanı olan Tansu Çiller oturmuştur.
1995 Genel Seçimleri
Şubat 1995’te ülkeyi yönetmeye başlayan DYP-CHP koalisyonunun iki ortağı Tansu Çiller ve Deniz Baykal arasında büyük gerilimler yaşanmıştır. Bu gerilimlerin sonucu olarak Tansu Çiller istifasını cumhurbaşkanı Demirel’e sunarak hükûmeti bozmuştur. Ardından kurulan DYP azınlık hükûmeti de meclisten güvenoyu alamayınca erken seçim zorunlu hale gelmiştir.

24 Aralık 1995 günü gerçekleştirilen seçimlerden lider parti olarak %21 oy oranıyla Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi (RP) çıkmıştır. Yılmaz’ın ANAP’ı ikinci parti olurken; onu sırasıyla Çiller’in DYP’si, Bülent Ecevit’in Demokratik Sol Partisi (DSP) ve Baykal’ın CHP’si izlemiştir. Türkiye’de bir seçimi ilk defa siyasal İslam’ın temsilcisi olan bir partinin kazanması, kendisini laikliğin ve anayasanın koruyucusu olarak gören ordu içerisinde huzursuzluklara sebep olmuştur. Salt çoğunluk tek bir siyasi partice sağlanamayacağından, ufukta görülen koalisyonda Refah Partisinin yer edebilecek olması ordunun adeta uykularını kaçırmış ve diğer siyasi partilere bu tür bir koalisyondan uzak durmaları yönünde uyarılarda bulunmalarına sebep olmuştur.
1999 Genel Seçimleri
1995 seçimleri ertesinin ilk koalisyonu ANAP-DYP (ANAYOL) koalisyonu olmuş; fakat bu koalisyon meclisten güvenoyu alamadığı için kısa sürede dağılmıştır. Ardından kurulan RP-DYP (REFAHYOL) koalisyonu, 28 Şubat 1997’deki Milli Güvenlik Kurulunda ordu yetkililerinin Erbakan’ı bir dizi karara imza atmaya zorlaması ve sonrasındaki süreçte Erbakan’ın istifa etmesiyle dağılmıştır. Ordunun siyasal İslam’dan hoşnutsuzluğunu gösteren ve Erbakan’ın istifasıyla sonuçlanan bu süreç, 28 Şubat postmodern darbesi olarak da adlandırılır.
REFAHYOL koalisyonundan sonra ANAP, DSP ve REFAHYOL hükûmetinden duydukları rahatsızlık sonucu DYP’den ayrılan milletvekillerinin kurduğu Demokratik Türkiye Partisi ortaklığında, ANASOL-D olarak adlandırılan bir azınlık hükûmeti kurulmuştur. CHP’nin de dışarıdan desteğiyle güvenoyu alan hükûmet, Türkbank Skandalı’nın patlak vermesiyle bozulmuştur. Bunun ardından ülke Bülent Ecevit’in başbakanlığındaki azınlık hükûmeti tarafından 18 Nisan 1999 seçimlerine dek yönetilmiştir.
Siyasi istikrarsızlığı sona erdirmek için bir yıl erken yapılan 1999 seçimlerinden Ecevit’in DSP’si %22 oy oranıyla lider olarak çıkmıştır. Ecevit’in bu galibiyetinde başbakanlığı döneminde Abdullah Öcalan’ın yakalanması önemli derecede etkili olmuştur. Seçim sonuçlarına göre DSP’yi sırasıyla Devlet Bahçeli’nin Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), Recai Kurtaran’ın Fazilet Partisi, Yılmaz’ın ANAP’ı ve Çiller’in DSP’si izlemiştir.

2002 Genel Seçimleri
1999 seçimlerinin ardından ülkeyi DSP, MHP ve ANAP’ın ortaklığındaki üçlü koalisyon hükûmeti yönetmeye başlamıştır. Şubat 2001’deki büyük ekonomik kriz, koalisyon ortakları arasındaki anlaşmazlıklar ve Ecevit’in kötüleşen sağlık durumu MHP lideri Devlet Bahçeli’nin erken seçim teklifiyle birleşince, 2004’te yapılması gereken genel seçimler iki yıl öne alınarak 3 Kasım 2002 günü gerçekleştirilmiştir.

Kaynak: 28 Şubat Belgeseli 12. Bölüm | 32.Gün Arşivi : https://youtu.be/eXzkcibButE
Seçimleri, Erbakan’ın oluşturduğu Milli Görüş çizgisinden ayrılan siyasilerin kurduğu Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP veya AK Parti) %34 oy oranıyla kazanmıştır. Bu oran AKP’nin tek başına hükûmet kurabilmesi için yeterli olmuş ve Türkiye’nin son on yılını kuşatan koalisyonlar dönemi sona ermiştir. AKP dışında, meclise girmeyi başaran tek parti CHP olmuştur.
2007 Genel Seçimleri
2002’de başlayan Ak Parti iktidarı, 2002-2007 arası süreçte, ülkeyi ekonomik krizin ardından baş gösteren sorunlardan kurtarmaya başlamıştır. Ayrıca Avrupa Birliğine katılım hedefi doğrultusunda çalışmalar da bu dönemde hız kazanmıştır. Kısacası Türkiye siyasi istikrarın faydalarını görmeye başlamıştır.
Ancak Milli Güvenlik Kurulu içerisinde halen etkili olan ordu, AKP’nin varlığından siyasal İslam’ı temsil ettikleri gerekçesiyle hoşnut değildir. Bu hoşnutsuzluğun en büyük sonucu da Türk Silahlı Kuvvetlerinin 27 Nisan 2007’de yaptığı ve “e-muhtıra” adı verilen açıklama olmuştur. 2007 yılında 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görev süresinin dolması üzerine, AKP’nin kurucularından olan Abdullah Gül cumhurbaşkanı adaylığını açıklamıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri “e-muhtıra” ile bu adaylığa karşı olduklarını; laik, cumhuriyete ve Atatürkçülüğe bağlı bir cumhurbaşkanı seçilmesi gerektiğini dile getirmişlerdir. CHP’nin de seçimleri boykot etmesi üzerine, AKP üç yüz kırk bir milletvekili ile seçimlerinin meşru sayılması için gerekli olan üç yüz altmış yedi katılımcı sayısına ulaşamadığından, bu süreçte Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçilememiştir.

Bu gelişmenin ardından ordunun ve muhalefetin isteklerine boyun eğmeyen AKP, kasım ayında yapılması planlanan seçimleri temmuz ayına çekerek orduya ve muhalefete göz dağı vermiştir.
Seçimleri %47 oyla kazanan AKP, MHP’nin de meclise üçüncü parti olarak girmesi ve cumhurbaşkanlığı seçimlerini boykot etmeyeceğini açıklaması üzerine Abdullah Gül’ü Türkiye Cumhuriyeti’nin on birinci cumhurbaşkanı yapmayı başarmıştır.
2015 Genel Seçimleri (Kasım)
Haziran 2015’te gerçekleştirilen genel seçimlere Halkların Demokratik Partisinin (HDP) bağımsız adaylar yerine parti olarak girmesi ve %10 seçim barajını geçmesiyle birlikte, AKP’nin aldığı %41 oy oranı tek başına hükümet kurmasına yetmemiştir. AKP’nin koalisyon için hiçbir partiye teklif götürmemesi ve MHP’nin de CHP ve HDP ile kuracakları bir koalisyonu kesin bir dille reddetmesi üzerine seçimlerin aynı yılın kasım ayında tekrar edilmesi kararlaştırılmıştır.

Kasım ayında yapılan erken seçimlerde genel oyların %50’sini alarak üç yüz on yedi milletvekiliyle salt çoğunluğu yakalayan Ahmet Davutoğlu liderliğindeki AKP, yeniden tek başına iktidarın sahibi olmuştur.
2018 Genel Seçimleri
2017 Referandumu’yla yürürlüğü giren cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi uyarınca 3 Kasım 2019 tarihinde yapılması gereken cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği genel seçimleri, MHP lideri Devlet Bahçeli ve Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan arasındaki görüşmelerin sonucunda 24 Haziran 2018 tarihine çekilmiştir.
Seçimlerin öne çekilmesinde iktidarın muhalefeti hazırlıksız yakalama amacının olduğu düşünülmektedir. Zira seçimlere ittifaklar ile girileceği düşünüldüğünden, muhalefetin ittifak ve cumhurbaşkanı adayı arayışlarının dar zamana sıkıştırılması iktidara fayda sağlamıştır. Bunun yanında ekonomik sorunların iktidara oy kaybettirebilme potansiyeli de erken seçimlerin sebeplerinden biri olarak kabul edilmektedir.

Seçimlerin sonucunda Recep Tayip Erdoğan %53 oy oranıyla yeniden cumhurbaşkanı olurken, Cumhur İttifakı toplamda üç yüz kırk dört milletvekili sayısıyla iktidarı kazanmıştır.
Değerlendirme
Bu yazımda Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki erken seçimleri inceledik. Görüldüğü üzere, bu on erken seçimin birbirine benzeyen ve birbirinden farklı birçok sebebi var. İktidar kaygısı, siyasi istikrarsızlık, askeri müdahale, ekonomik sebepler ve dahası… Son dönemlerde yeniden gündemimizi meşgul etmeye başlayan erken seçim tartışmalarını, geçmişteki örnekleri çerçevesinde yorumlamak çok daha doğru ve faydalı olacaktır. Bakıldığı zaman erken seçim kimi zaman mecburiyetken, çoğunlukla siyasi kaygılarla, ekonomik götürüler hiçe sayılarak başvurulan bir yöntem olmuştur. Yazıyı daha fazla politize etmeden ve öznelleştirmeden burada noktalamak istiyorum. Unutmayın ki düşünmeden yaptığınız siyasi tercihler yalnızca sizi ve o gününüzü değil, milyonlarca insanı ve onlarca yılı da etkiler. Aklınız var düşünün. Hepinize sağlıklı ve huzurlu günler dilerim!
- Yine
- Fırtına
- Orhan Pamuk – Cevdet Bey ve Oğulları
- Hayattan Sahneler 2
- Gece Yarısı Ekspresi Filmi ve Türkiye – ABD Arasındaki Haşhaş Sorunu
Aşağıdaki ikonlar yardımıyla sosyal medya hesaplarıma ulaşabilirsiniz.
32.gün video linkini koysaydin ya mübarek
Gerekli yerlerde belirli belgesellerin video bağlantıları bulunuyor zaten. Yazımı hazırlarken Türkiye Cumhuriyeti tarihi için eşsiz kaynaklardan biri olan 32. Gün Belgeselleri’nden elbette ki faydalandım. Ancak tek kullandığım kaynak bu belgeseller değildi. Sevgiler…
Eren’ciğim emeğine,kalemine sağlık,Harika bir kronoloji cıkarmışsın,çok güzel olmuş, kolaylıklar dilerim
Çok teşekkür ederim Hasan amca, yorumların beni çok mutlu etti. Umarım bir hatam olmamıştır tarihe ışık tutarken.