Oğuz Atay – Tutunamayanlar | 2

0 0 oy
İçeriği Oylayın

Tutunamayanlar, birinci ve ikinci ciltlerinin yayımlandığı 1971, 1972 yıllarında okuyucunun pek dikkatini çekemez. Oğuz Atay Tutunamayanlar ile TRT 1970 Roman Ödülü’nü kazansa da romanın asıl hak ettiği değere kavuşması 1990’lı yıllara rastlar. Bu süreçte bir kült halini alan roman, dil bilimcilerin ve eleştirmenlerin oldukça ilgisini çeker. Türk romancılığına adını altın harflerle kazıyan Tutunamayanlar, bugün dahi ülkemizde en çok okunan ve üzerine en çok tartışılan eserlerden biridir.

Tutunamayanlar hakkındaki yazı dizimin ilk bölümünü geçen hafta yayımlamıştım. İlk bölümü okumayanlar buraya tıklayarak yazıya erişim sağlayabilirler. Geçen hafta çıktığımız Tutunamayanlar yolculuğumuza bugün kaldığımız yerden devam ediyoruz. Hicvin dozunun biraz artacağı bu bölümü beğeneceğinizi ve keyifli vakit geçireceğinizi ümit ediyorum.

Oğuz Atay – Tutunamayanlar

Çıkar Zinciri

Rüşvet, siyasal ve bürokratik yozlaşma sonucu ortaya çıkarak devleti temellerinden sarsan oldukça önemli bir sorundur. Özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kamu yönetiminde yolsuzluk ve rüşvet had safhadadır. Ne yazık ki yolsuzluğun ve rüşvetin yaygın olduğu ülkelerden biri de Türkiye’dir. Uluslararası Şeffaflık Örgütü tarafından 2018 yılında yayımlanan Yolsuzluk Algı Endeksi’nde 78. sırada yer alan Türkiye, bu sonuçla “demokrasi geleneği bulunmayan ülkelerle” aynı kategoriye girmiştir. Oğuz Atay, hiciv ögelerini oldukça sık kullandığı romanı Tutunamayanlar’da bu soruna Turgut’un hayatından bir kesitle değinir. Turgut, işiyle alakalı küçük bir meseleyi halletmek için gittiği Ankara’da, ilgili devlet dairesindeki yozlaşmış düzene atfen düşüncelerini şöyle ifade eder:

“ Amir güçlük çıkarmazsa memur çıkarına bakamaz, memur güçlük çıkarmazsa hademe çıkarına bakamaz. Bütün düzen çığırından çıkar sonra. ”

Atay, 307

Asıl düzenin yozlaşması, nihayetinde bozuk da olsa başka bir düzen meydana getirir. “Yokuş” düzeni olarak adlandırsam bu bozulmuşluğu, sanırım pek de haksız sayılmam. İşi yokuşa süren üst kademe memurların varlığı, bu yokuşu çıkmasını bilen daha alt kademe memurlara ihtiyaç doğurur. Şaşırtıcıdır ki (!) bu memurlar, paranın ucunu görmeyene kadar pek de yardım etmeye yeltenmezler. Bu sebeptendir ki işi yokuşa sürmeyecek, üst mevkilerde görevli bir tanıdığı ve sağa sola yedirecek parası olmayan kimseler bu kokuşmuş sistemin altında ezilmeye mahkûmdur. Bu kimselere tıpkı büyük halk ozanı Aşık Mahzuni Şerif’in yaptığı gibi şu soruyu sormak gerekir: “Kurban gelir payın yoktur/Haftan yoktur ayın yoktur/Ankara’da dayın yoktur/Mamudo kurban niye doğdun”

Betona Gömülen Paralar

Kitap boyunca bir önceki başlık altında bahsedilene benzer pek çok eleştiriye rastlamak mümkün. Şaşırtıcı olan şu ki eleştirilen unsurların neredeyse tamamı günümüzde de varlığını sürdürmekte. Her ne kadar bu gerçekleri öğrenmek dönemin yapısını kavrayabilmek bakımından faydalı olsa da 2020’nin ilk ayını geçirdiğimiz şu günlerde, bazı meselelerde ülke olarak bir arpa boyu yol alamadığımızı fark etmek oldukça üzücü. Yolsuzluk ve rüşvete ek olarak, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar yoluyla ülkedeki düzen özelinde eleştirdiği bir diğer nokta aşırı betonlaşma. Bakalım Turgut’u 1970’in Ankara’sında yürütürken, bu soruna nasıl parmak basıyor Oğuz Atay:

“ Yürümeye devam etti. Binalar, binalar… Yetmiyormuş gibi bir de yenilerini yapıyorlar. Türk’ün parası olunca binaya gidermiş. Başka neye gider? ”

Atay, 313

Şehirlerimizin son yirmi yılda betona gömüldüğü hepimiz tarafından bilinen bir gerçek. Üretime değil de betona yapılan yatırımlar ve beton siyasetinin sonucu olarak neredeyse gökyüzünü kapatacak boyutlara ulaşan yapılaşma; “yetmiyormuş gibi bir de yenilerini yapıyorlar” cümlesini son zamanlarda çok sık tekrarlamamıza sebep oluyor. 1970’lerde bu durumu yukarıdaki cümlelerle eleştiren Oğuz Atay; betonlaşmanın doruklara ulaştığı, şehirlerin griye boyandığı bu dönemde yaşasaydı nasıl tepki gösterir, neler düşünürdü merak etmiyor değilim.

Bu Dünya

Bir “tutunamayan”ın hayatı tüm insanlarınki gibi başlar, tutunamayarak devam eder ve yine diğerlerinki gibi sona erer. “Tutunamayan” için doğumla ölüm arası bir türlü düzeltilemeyen veya düzeltilmesine izin verilmeyen kusurlar silsilesi; ölüm ise hepimizinki gibi ani ve habersiz bir sondur. Ölürken diğerleri mi onlara benzer onlar mı diğer herkes gibi olur bilinmez. Tutunamayanlar boyunca, Selim’in intiharının ardından Turgut ve Selim’in Turgut’un hayal dünyası aracılığıyla konuştuğu ve birçok mesele üzerine uzun uzadıya tartıştığı bölümlere sık sık rastlanır. Bu bölümlerin birinde Selim’e gittiği yerde mutluluklar dileyen ve orada her şeyin gönlüne göre olacağını ifade eden Turgut, ölümlülerin dünyasını hayat ve ölüm ekseninde eleştirmekten de geri durmaz:

“ Ne gördün bütün kapıların birer birer kapandığı bu dünyada? Hangi kusurunu düzeltmene fırsat verdiler? Son durağa gelmeden yolculuğun bitmek üzere olduğunu haber verdiler mi sana? Birdenbire, ‘Buraya kadar!’ dediler. Oysa, bilseydin nasıl dikkatle bakardın istasyonlara; pencereden görünen hiçbir ağacı, hiçbir gökyüzü parçasını kaçırmazdın. Bütün sularda gölgeni seyrederdin. Üstelik, daha önce haber vermiştik, derler onlar. Her şeyin bir sonu olduğunu genel olarak belirtmiştik. Yaşarken eskidiğini ve eskittiğini söylemiştik. ”

Atay, 321-322

Ertelemekle geçiyor çoğumuzun ömrü. Güzellikleri, mutlulukları, heyecanları erteliyoruz “daha uygun” vakitlere. Oysa erteledikçe tükeniyor ömür farkında olmadan. Erteledikçe bir türlü gelmiyor o uygun zaman. Sonra birden farkına varıyoruz ki yaşarken ne o uygun vakti bulabilmişiz ne de artık erteleyecek zamanımız kalmış; ölüm çoktan kapıyı çalmış. “Sevmek için geç ölmek için erken” diyoruz sonrasında, usta şair Atilla İlhan gibi. Ya da Cemal Süreya’nın “Her ölüm erken ölümdür/Biliyorum tanrım” dizeleriyle yakarıyoruz yaradana. Mutluluğu, sevinci ertelemeyelim asla. Cahit Sıtkı gibi “Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.” deyip kırk altı yaşından göçüp gitmek de var çok uzaklara. İyisi mi, gelin ölüm kapıya dayanmadan her anımızla mutlu olalım şu dünyada.

Korkuyoruz

Korku canlı yaşamındaki en temel duygulardan biridir. Güvensizlik hissine veya tehdit unsurlarına karşı gösterilen içgüdüsel bir tepki olan korku, tehlike karşısında kendimizi korumamıza yardımcı olur. Ancak insanı diğer canlılardan ayıran temel farklılıklara baktığımızda, “korku”yu bunlardan biri saymak mümkün değildir. Hatta korku ve insanlık arasında zıt bir ilişki vardır; zira ne kadar çok korkarsak o kadar çok uzaklaşırız insanlığımızdan. Bizi insan yapan değerlerin önüne çekilen bir set gibidir korku, asıl vasfı insanı hayatta tutmaktır koşulsuzca. Yaşamak uğruna korkunun boyunduruğu altına girenler gün geçtikçe hayvanlaşmaya mahkumdur.

Yine Turgut’un zihninde, kendisi ve Selim arasında geçen bir konuşmada korku ve korkmak hakkına şunları söyler Selim:

“ Korkuyoruz. Düşünmekten ve sevmekten korkuyoruz. İnsan olmaktan korkuyoruz. İnsan yerine bir yığın kuklalar yaratıyoruz. İnsana benzetirsek, onlara acımaktan korkuyoruz. İşin içine bir kere acıma girerse, ondan bir daha kurtulamamaktan korkuyoruz. ”

Atay, 453

Holokost zamanında Naziler Yahudileri sıçan olarak tasvir ederken, Sovyetler Soğuk Savaş döneminde Amerikalılardan açgözlü, kapitalist domuzlar olarak söz ederlermiş. Tüm kültürlerde var olan, düşmanları insan dışı varlıklar olarak görme ve tanımlama eğilimi bilişsel ahenksizlik korkusundan kaynaklanır. Bilişsel ahenksizlik temel olarak inanışlar ve davranışlar arasındaki çatışma sonucu ortaya çıkan zihinsel huzursuzluk durumu olarak tanımlanır. Bir insanı öldürmek, öldürme eylemini gerçekleştiren kişinin zihninde “Ben kötü bir bireyim.” algısı oluşturacağı için bilişsel ahenksizliğe yol açar. Bu noktada, bilişsel ahenksizlikten kaynaklanacak zihinsel huzursuzluk halinden kurtulmanın en etkili yollarından biri de düşmanı “sıçan”, “domuz” gibi insan dışı varlık olarak tasvir etmektir. Bu sayede “Ben iyi bir insanım çünkü savaştığımız ve öldürdüğümüz kimseler bizden farklılar ve tam olarak insan değiller.” düşüncesiyle, yapılan acımasız eyleme bir gerekçe bulunmuş olunur.

İşte Oğuz Atay’ın Selim’in ağzıyla açıkladığı ve “insan yerine bir yığın kuklalar yaratıyor” olmamıza sebep olan unsur; acıma hissinin, dolayısıyla tam anlamıyla insan olmanın yaratacağı rahatsızlıktan korkmamızdır. Bu korkuyu ne ölçüde aşabildiğimiz ne ölçüde insan olabildiğimizi gösterir. Ünlü Britanyalı filozof Bertrand Russell’ın dediği gibi “Korku batıl inançların temel kaynağıdır, zulmün de birçok kaynağından biridir. Korkuyu fethetmek, bilgeliğin başlangıcıdır.”

Sevmek

Sevmenin veya sevginin genelgeçer bir tanımını bulmak mümkün müdür? Her insan sevince aynı mı hisseder? Sevgiyi gösterme biçimi kişiden kişiye değişkenlik gösterir mi? Sevmek ve sevgi o kadar belirsiz ve değişken kavramlardır ki cevabı apaçık olan konu dahilindeki bu sorulara dahi rasyonel açıklamalar getirmek çok zordur. Kişinin emin olduğu fakat zihninde belirli kalıplara sokup anlamsal bir bütünlük içinde ifade etmekte zorlandığı bu tür cevaplar, edebiyatın yardımıyla mantıksal bir temele oturtulabilir. Çünkü edebi eseri değerli kılan önemli unsurlardan biri de onun soyut ve kavramsal olanla kurduğu yakın ilişkidir. Dolayısıyla “sevmek” ve “sevgi” gibi kişiden kişiye farklılık gösterdiğini bildiğimiz fakat nasıl olduğu hakkında emin olamadığımız konularda, belirsiz ve karmaşık olanı anlatmakta ustalaşmış yazarların kalemiyle can bulmuş karakterleri ve bu karakterlerin düşünce dünyalarını tanımak yol göstericidir.

İşte “sevmek” ve “sevgi” kavramlarının zihinde oluşturduğu karmaşa içerisinde bizlere rehberlik eden, yol gösteren Türk edebiyatı kahramanlarından biri de Oğuz Atay’ın Selim’idir. Selim, sevdiği kadın olan Günseli’ye yine Turgut’un zihninde vuku bulan bir konuşmada “sevmek” konulu bir sitemde bulunur; bu, yukarıda öne sürülen tezi kanıtlayan oldukça yerinde bir örnektir:

“ Sevmek zor geliyor. Alışmamışım: yoruluyorum. Her an sevdiğimi düşünemiyorum. Bazan atlıyorum. Boşluklar oluyor. Bunları boş sözlerle doldurmaya çalışıyorum. Oysa ben her an sana bakmak, bir sözünü kaçırmamak; bir kıpırdanışını, yüzünün her an değişen bütün gölgelerini izlemek, her an yeni sözler bulup söylemek istiyorum. Her mevsimde, her gittiğimiz yerde, insanlarla ve insanlarsız, aşkın değişen yansımalarını görmek istiyorum. Bütün bunlar beni yoruyor. Sen orada duruyorsun ve beni seyrediyorsun sadece. Senin için sevmek, su içmek gibi rahat bir eylem. Ben, her an uyanık olmalıyım. ”

Atay, 453

Sevmek, rengarenk ovaların içinden geçen, masmavi gökyüzünün altına düşen karla kaplı tükenmez bir yolda yürümek gibidir kimi zaman. Güzellikleri seyretmek, hissetmek ve keşfetmek için her daim uyanık kalmalıdır insan. Yüreğin sıcaklığı, karın soğuğuna karşı bir muhafız edasıyla bedeni ve ruhu korumalıdır derin bir uykuya dalmaktan. Kimisi için “sevmek, su içmek gibi rahat bir eylem” iken, kimi “her an uyanık olmalıdır”.

Yalnızlık

Yalnızlık nedir? Etrafımızdaki tanıdık insanların varlığı veya yokluğuyla tanımlanabilir mi yalnızlık? Yoksa yalnızlık, bedenin değil de düşüncelerin ve hislerin kimsesizliğinden mi kaynaklanır? Dünyaca ünlü Rus yazar Anton Pavloviç Çehov, “Kendini yalnız hisseden kimse için her yer çöldür.” der. Yani çevremizde sohbet ettiğimiz, vakit geçirdiğimiz onlarca kişi de olsa bir ıssızlık ve tenhalık çevreleyebilir ruhumuzu ve biz o an her şeye rağmen yalnızızdır. Bu bağlamda, “tutunamayan” için yalnızlık bir alışkanlığa dönüşmüştür. Etrafındakilerini gören, bilen ve tanıyan “tutunamayan”, buna rağmen düşünce ve duygularını çevreleyen görünmez duvarların içerisinde hapsolmuş ve yalnızlığa tutsak edilmiştir. “Tutunamayan”, bu alışkanlığını sekteye uğratabilecek kişilere mizacına işlemiş kuşku, tedirginlik ve korku sebebiyle mesafeli davranır. Oğuz Atay, romanın “tutunamayan”ı Selim’in düşünceleri aracılığıyla bu durumu başarılı bir biçimde işler. Günseli, kendisi ve Selim’in birlikteliği hakkında Turgut’la konuşurken, Selim’in yalnızlık alışkanlığını kaybedecek olmasından dolayı yaşadığı ve kendisiyle paylaştığı tedirginliğini şöyle vurgular:

“ beni bir gün unutacaksan bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma derdi boş yere mağaramdan çıkarma beni alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna tedirgin etme beni bu sefer geride bir şey bırakmadım tasımı tarağımı topladım geldim neyim var neyim yoksa ortaya döktüm beni bırakırsan sudan çıkmış balığa dönerim bir kere çavuş olduktan sonra bir daha amelelik yapamayan zavallı köylüye dönerim beni uyandırma hep kuşkuluydu her zaman kötü bir şeylerin olmasını bekliyordu sonu gelmez benim gibiler için hiçbir şeyin sonu iyi gelmez diyordu ”

Atay, 473

Alıntılanan kısmı okuduğunuzda, bu bölümün dil bilgisi açısından tarafımca yanlış aktarıldığını düşünmüş olabilirsiniz; fakat düşündüğünüzün aksine durum böyle değil. Oğuz Atay, Tutunamayanlar’ın 460 ve 537. sayfaları arasını kapsayan 14. bölümünde hiçbir noktalama işareti kullanmaz. Oğuz Atay Tutunamayanlar’ı yazarken, 20. yüzyıldaki anlatım yeniliklerine öncülük eden ve dönemim birçok yazarı için esin kaynağı olan İrlandalı yazar James Joyce’un Ulysses kitabından oldukça etkilenmiştir. Oğuz Atay’ın Ulysses’i okurken karşılaştığı ve Tutunamayanlar’ı yazarken kullanmaya karar verdiği anlatım yeniliklerinden biri noktalama işaretinin olmadığı bölümler ortaya koyan “bilinç akışı” tekniğidir. Bilinç akışı tekniğini kullanan yazarlar, kahramanların zihninden geçenleri birbirini aralıksız takip eden sözcükler yardımıyla, imlâ kurallarına dikkat etmeksizin okuyucuya aktarırlar. Yazarlar, kahramanların zihinden geçen anlık düşünceleri, başka bir deyişle onların bilinç yansımalarını anlattıklarından dolayı akışı ve sürekliliği kesecek noktalama işaretlerini kullanmayı tercih etmezler. Bu teknik kullanılarak yazılan bölümler, kimi zaman Ulysses’de olduğu gibi anlaşılması güçken kimi zaman da Tutunamayanlar’da olduğu gibi bir çırpıda okunabilir.


Yalnızlıktan bahsettiğimiz ve bilinç akışı tekniği hakkında bilgiler verdiğimiz bu bölümle beraber Tutunamayanlar yazı dizisinin ikinci bölümünü noktalıyoruz. Haftaya üçüncü ve son bölümle görüşene dek sağlık ve esenlikle kalın!


Künye: Atay, Oğuz. Tutunamayanlar, İstanbul: İletişim Yayınları, 2019.



Aşağıdaki ikonlar yardımıyla sosyal medya hesaplarıma ulaşabilirsiniz.


0 0 oy
İçeriği Oylayın
guest
0 Yorum
Satır Arası Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle