Herkese merhabalar, geçenlerde şimdiye dek izlediğim ve beni en çok etkileyen filmleri gözden geçirirken şunu fark ettim: Bunların çoğu tarihsel gerçeklik payı olan ve yaşanmış hikayeleri temel alarak oluşturulmuş filmler. Bunları düşünürken karar verdim ki hem bu filmlere konu olan tarihsel olaylardan hem de filmlerin kendisinden bahsettiğim yazılar hazırlamak eğlenceli ve bilgilendirici olabilir. Bugün bu kararımı hayata geçirmek üzere filmler hakkındaki ilk yazımı sizlerle paylaşmak istiyorum. İnceleyeceğimiz film Gece Yarısı Ekspresi, orijinal adıyla Midnight Express.
Gece Yarısı Ekspresi Filmi Hakkında
Gece Yarısı Ekspresi, Billy Hayes isimli genç bir Amerikalının Türkiye’den Amerika’ya esrar kaçırmaya çalışırken yakalanmasını konu etmektedir. Bill Hayes’ın 1977 yılında yayımladığı aynı adlı kitaptan uyarlanan film, Oliver Stone’un senaryosuyla, Alan Parker’ın yönetmenliğinde 1978 yılında piyasaya sürülmüştür. Billy Hayes’ın Brad Davis tarafından canlandırıldığı film, 1979 Akademi Ödülleri’nde altı dalda aday gösterilmiş, en iyi uyarlama senaryo ve en iyi özgün müzik kategorilerinde sırasıyla Oliver Stone ve Giorgia Moroder’e ödül getirmiştir.

Film, Türk insanının ve Türkiye’deki hapishane koşullarının olduğundan çok daha kötü yansıtılması sebebiyle Türkiye cephesi tarafından oldukça eleştirilmiştir. Bu sebeple İstanbul’da çekilmesi Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından reddedilen filmin tamamına yakını Malta’nın başkenti Valetta’da kaydedilmiştir. Çok zaman sonra bu eleştirilere, olayı bizzat yaşayan ve kitaplaştıran Billy Hayes ile filmin senaristi Oliver Stone da katılmıştır.

Gece Yarısı Ekspresi Filminin Tarihsel Arka Planı: Türkiye – ABD Arasındaki Haşhaş Sorunu
Sorunun Başlangıcı
1960’ların başlarından itibaren eroin ve uyuşturucu kullanımı, Amerika Birleşik Devletleri’nde büyük bir sorun haline gelmişti. Altı yüz bini aşan bağımlı sayısı ile toplumun en büyük sorunlarından biri olan eroin kullanımı, eroin kaynaklı ölüm ve suç oranlarındaki artışla beraber hükûmet içinde de ciddi endişeler yaratmaya başlamıştı. Aynı tarihlerde bir başkanlık komisyonu tarafından söylenen şu söz durumun vahametini açıkça göstermekteydi: “Amerikan halkının, ulusal problem haline gelen madde bağımlılığı konusundaki endişe ve sıkıntısı her gün gazetelerde, dergilerde, bilimsel yayınlarda, kamu forumlarında ve evlerde dile getirilmektedir. Bu ciddi ve çok taraflı bir sorundur.”

Eroin ve uyuşturucu sorunu öyle bir hal almıştı ki 1969 başkanlık seçimlerinde başkan adaylarının en önemli seçim vaatlerinden biri bu sorunu ortadan kaldırmaktı. 1969 seçimlerinde ABD’nin yeni başkanı seçilen Richard Nixon, göreve başladığı ilk günden itibaren bu konuyla yakinen ilgileniyordu. Nixon’a göre ABD’deki uyuşturucu sorununun en büyük sebebi, ülke dışında üretilip kaçak yollarla ABD’ye sokulan haşhaştı. Nixon bu durumun baş sorumlusu olarak Türkiye’yi görüyordu. Zira kamuoyundaki ve hükûmet cephesindeki genel düşünceye göre ülkede kullanılan eroinin beşte dördü Türkiye’den gelmekteydi. Kısacası bir iç siyaset ürünü olan haşhaş sorunu, zamanla dış siyaset malzemesi halini almıştı.

Baskı Dönemi
Başkan Nixon’a göre sorunun çözümü Türkiye’deki haşhaş üretiminin yasaklanmasına bağlıydı. Bu çerçevede, Türk hükûmeti yer yer tehditlere varan baskılarla haşhaş üretimini yasaklamaya zorlanmaktaydı. Dönemin Türkiye Cumhuriyeti başbakanı Süleyman Demirel ise haşhaş üretimini tamamen yasaklamaya hiç sıcak bakmıyordu. Zira o dönemde Amerika karşıtlığı Türk kamuoyunda hat safhadaydı ve sırf Amerika istiyor diye yetmiş bin Türk çiftçisinin geçim kaynağı olan haşhaşı yasaklamak, Adalet Partisine (AP) ve Demirel’e olan desteği ciddi ölçüde azaltabilirdi. Kırk bir milletvekilinin AP’den ayrılıp Demokratik Partiyi kurmasıyla zaten kan kaybeden Demirel böylesine bir riski daha göze alamazdı. Ayrıca Türkiye’de herhangi bir uyuşturucu bağımlılığı sorunu olmadığı için hükûmete bu hususta yapılan bir iç baskı da yoktu.

Ancak Türkiye’nin ABD’yi tamamıyla karşılıksız bırakması da söz konusu olamazdı. Ekonominin gitgide bozulduğu bir dönemde ABD ile olan ilişkileri koparmak, vaziyeti daha da kötüleştirebilirdi. Bu doğrultuda, 1967 yılında yüz elli altı ton olan yasal haşhaş üretim miktarı, 1970’de yetmiş altı tona çekildi ve üzerinde haşhaş üretilmesine izin verilen şehir sayısı kırk ikiden dokuza daha sonra da yediye indirildi. Fakat ABD, üretimin tamamen yasaklanması konusunda ısrarcıydı ve bu hedef doğrultusunda baskılarını sürdürüyordu. ABD’ye göre üretilen toplam haşhaş miktarı yetmiş altı tonun üstündeydi ve denetim yetersizliği sebebiyle geri kalan haşhaş kaçak yollarla ABD sınırlarına giriyordu. Bunu önlemenin tek yolu o yılki mahsulü hasattan önce imha etmekti. ABD çiftçinin zararını karşılamaya hazırdı; fakat Türk hükûmeti bu teklifi reddederek sorunun çözümü için o yılki mahsulün tamamını satın alacağını açıkladı. Ayrıca kaçak ticareti önlemek üzere bir dizi ek önlem hayata geçirilecekti.

Baskı Uluslararası Platformlara Taşınıyor
Türkiye’nin haşhaş ekimi konusundaki kararlı tavrını gören ABD, konuyu uluslararası arenada gündeme taşıyarak Türkiye üzerindeki baskıyı çeşitlendirmeyi ve artırmayı amaçlamaktaydı. Bu noktada yanına Fransa ve Federal Almanya’nın da desteğini alan ABD, NATO’nun düzenlediği “Modern Toplumların Sorunları” toplantısında konuyu diğer ülkelerle paylaştı. Akabinde Birleşmiş Milletler bünyesinde haşhaş ve uyuşturucu sorununa ilişkin yeni bir uluslararası sözleşmenin kabulünde öncü rol oynayarak Türkiye üstündeki baskıyı iyiden iyi de artırdı. Artık Amerika başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde, Türkiye uyuşturucuyla insanları zehirleyen ve bu yoldan para kazanan bir ülke olarak görülüyordu. Basın ve yayın organları aracılığıyla Türkiye’ye adeta ateş püskürülüyordu.

12 Mart Muhtırası ve Haşhaş Ekiminin Yasaklanması
Uluslararası baskılara rağmen AP hükûmeti ve Demirel haşhaş meselesinde geri adım atmamakta kararlıydı. Türkiye ve ABD arasında gitgide gerginleşen ilişkiler, 12 Mart 1971 Muhtırası sonrasında yumuşamaya başladı. Muhtıra sebebiyle Demirel ve hükûmetinin istifa etmesi sonucu göreve başlayan Nihat Erim başbakanlığındaki teknokratik hükûmet, siyasetteki ve kamuoyundaki Amerika düşmanlığını yok etmek için büyük çaba harcıyordu. Bu durum ABD’yi memnun etmişti; zira toplumdaki ve siyasetteki Amerika karşıtlığı, haşhaş ekiminin yasaklanması önündeki en büyük engellerden biriydi. Gücünü ordudan alan Erim’in teknokratik hükûmeti, haşhaş yetiştiricilerinin desteğine ihtiyaç duymuyordu.

Bu süreçte Türkiye ile olan ilişkilerini geliştiren ABD, haşhaş sorununun çözümü hususunda Erim hükûmetini ekonomik ve endüstriyel açıdan destekleyerek 30 Haziran 1971 günü Türkiye’de haşhaş ekimini yasaklatmaya başardı.

Yasağın gerekçesi olarak insan sağlığını korumak ve Türkiye’nin uluslararası arenadaki imajının zedelenmesini önlemek gösterilse de kararın başka sebepleri de bulunmaktaydı. Bakıldığında kamuoyunun ve meclisin desteğinden yoksun bir hükûmet olan Erim hükûmeti, ordu sayesinde ayaktaydı ve ordudaki generaller ABD’nin siyasi, askeri ve ekonomik yardımına muhtaçtı. Bu bağlamda Erim hükûmeti ve ordu, haşhaş ekimini yasaklayarak ABD’nin desteğini almak istiyordu.

Bu süreçte, 12 Mart Muhtırası sonucu Demirel hükûmetinin düşürülmesinde ABD’nin parmağı olduğu düşüncesi sol çevrelerce sıklıkla dile getirildi. AP döneminin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in “12 Mart’ta Haşhaş vardır. 12 Mart’ta CIA vardır. Türkiye kendi istihbaratını geliştirmek için ABD ve İsrail istihbaratlarıyla organik ilişkiler içindeydi. CIA, MİT’in içine sızmıştı.” sözü, Bülent Ecevit’in açıklamaları ve dönemin ABD raporları bu düşünceyi destekler nitelikteydi.

1973 Genel Seçimleri ve Haşhaş Ekiminin Yeniden Başlaması
12 Mart Muhtırası sonucunda haşhaş ekimi yasaklansa da Türk kamuoyu bu durumdan hiç de hoşnut değildi. Bu sebeple, 1973 genel seçimlerinde hemen her parti, haşhaş ekiminin yeniden başlatılacağı vaadiyle meydanlardaydı. Seçimler sonrası Bülent Ecevit başbakanlığında kurulan Cumhuriyet Halk Partisi – Milli Selamet Partisi koalisyon hükûmeti, 1 Temmuz 1974 günü haşhaş ekimini yedi ilde yeniden başlattı.

Bu kararın ardından ABD cephesinde tepkiler çığ gibi büyürken, 14 Ağustos 1974 günü yapılan İkinci Kıbrıs Harekatı, verilen karşılığın şiddetini daha da artırdı. Türkiye’ye askerî ve ekonomik ambargo uygulayan ABD, haşhaş ekiminin yeniden yasaklanmasını istese de baskılar ve ısrarlar ilk süreçteki kadar yoğun değildi. Zira yeni hükûmet, yasa dışı ekimin ve ticaretin önlenmesini hususunda oldukça başarılıydı. İki ülke arasındaki haşhaş krizi bu vesileyle sonlandı ve ikili ilişkiler kriz öncesindeki halini aldı.

Haşhaş Sorununun Gece Yarısı Ekspresi Filmi Üzerindeki Yansımaları
(Filmin haşhaş sorunu tabanında incelemesine geçmeden önce yazının bundan sonraki bölümünün spoiler içerdiğini belirtmek isterim.)
Olaylar Dizisi
Gece Yarısı Ekspresi, 6 Ekim 1970’in İstanbul’unda başlamaktadır. Kız arkadaşıyla beraber Türkiye’den ABD’ye dönmek üzere havalimanına gelen Billy Hayes, uçağa binmeden hemen önce yapılan güvenlik kontrolünde üzerinde iki kilo esrarla yakalanır. Bu olay üzerine tutuklanan Billy, uyuşturucu bulundurmaktan dört yıl hapse mahkum edilir ve Sağmalcılar Cezaevi’ne götürülür.

Billy’nin davasından sorumlu olan savcı, bu karardan memnun olmamıştır. Cezanın bitimine sadece elli üç gün kala savcının Yargıtay’a yaptığı temyiz başvurusu sonucunda Billy’nin cezası otuz yıla çıkar. Bu karar sonucu öfkelenen ve umutsuzluğa düşen Billy, hapishanede tanıştığı arkadaşları Jimmy ve Max ile bir kaçış planı hazırlar fakat başarısız olur.

Billy günden güne akıl sağlığını kaybeder ve hapishanenin deliler koğuşuna gönderilir. Tam her şeyden vazgeçmek üzereyken kız arkadaşının kendisini ziyaret etmesiyle yeniden güç bulan Billy, başgardiyanla yalnız kaldığı bir an onu öldürür ve hapishaneden kaçarak önce Yunanistan’a oradan da ABD’ye gitmeyi başarır.

ABD’deki Uyuşturucu Kullanımı Sorununun Gece Yarısı Ekspresi Filmindeki İzleri
Filmin başladığı tarih olan 6 Ekim 1970, hatırlayacağınız üzere, tam da ABD’deki uyuşturucu sorununun iyiden iyiye arttığı ve basında geniş yer bulduğu zamana rastlamaktadır.

Bu durum filmde, Billy ve kız arkadaşı uçağa binmek üzere havalimanında servis aracıyla hareket ederken, Billy’nin kız arkadaşının okuduğu bir gazete haberi aracılığıyla yansıtılmaktadır. 6 Ekim 1970 tarihli Washington Post gazetesinde yayımlanan haberde, Amerikalı şarkıcı ve söz yazarı Janis Joplin’in aşırı doz uyuşturucu sebebiyle hayatını kaybettiği yazmaktadır.

Türkiye Üzerindeki Haşhaş Temelli Baskının ve Türkiye’nin Tepkisinin Gece Yarısı Ekspresi Filminde Yeri
1970 yılı, ABD’nin hem ikili görüşmelerle hem de uluslararası platformlar aracılığıyla Türkiye’deki haşhaş ekimini yasaklatmak için ciddi baskılar yaptığı bir yıl olmuştur. Süleyman Demirel başbakanlığındaki Adalet Partisi hükûmeti, haşhaş ekimini yasaklamama konusunda direnmiş, bunun yerine uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadeleyi hızlandırmıştır. Filmde, Billy yakalandıktan sonra Billy’i polis istasyonuna götüren esrarengiz bir Amerikalının “Türkiye’de eroin akışına yeniden büyük darbe vurdular. Türkler senin yakalanmanla dünyaya uyuşturucu ticaretiyle savaştığını gösteriyor.” sözü, bu mücadelenin bir yansımasıdır.

ABD’nin baskıları karşısında Türk kamuoyu ve siyasetindeki tepki beklendiği gibi olumsuz olmuştur. Toplumda ve politikada hali hazırda Amerika hoşnutsuzluğunun bulunduğu bir dönemde, ABD’nin Türkiye’nin iç işlerine karışması, Türk halkını ve siyasilerini oldukça kızdırmıştır. Bu kızgınlık film boyunca yer yer işlenmiştir. Billy’nin babası William Hayes’ın Billy’i hapishanede ziyarete geldiği sırada söylediği şu söz bu duruma örnek olarak gösterilebilir: “Bay Daniels ve ben Dışişleri Bakanlığıyla irtibata geçtik. Bu aralar Türklerle ilişkilerimiz çok iyi değil. Nixon onları biraz kızdırmış.”

Billy’nin duruşması sırasında savcının yaptığı konuşma ise Türkiye tarafının tepkisini ve kızgınlığını çok daha açık bir biçimde gözler önüne sermektedir:
“Dünyanın gözü şimdi Türkiye’de. Bize dünyanın eroin menşei ve tedarikçileri diyorlar. Dünya basınında her gün aleyhte yazılar yazılmakta ve televizyon yayınları yapılmaktadır. Sayın yargıç, insanlığın bundan sonraki dönemlerinde terk edilip dünya bize manen sırt çevirmeden adımızı temize çıkarmanın vakti gelmiştir. Hakkımızda yansıtılan izlenimleri değiştirmek için kendi esrar kaçakçılarımızı cezalandırdığımız gibi sapıklıkları ve ahlaksızca davranışları ile Türk kültürünü, örf ve adetlerini hiçe sayan tüm yabancılara karşı Türk adaletinin doğruluğunu ve gerektirdiği tedbirleri almalıyız.”
Gece Yarısı Ekspresi

12 Mart Muhtırası’nın Gece Yarısı Ekspresi Filmindeki Yansımaları
Bahsedildiği üzere, 12 Mart Muhtırası’nın yayımlanmasında CIA’in ve ABD’nin de parmağı bulunduğu çeşitli otoritelerce sıklıkla dile getirilmiştir. Billy’i polis istasyonuna götüren kişinin polisler değil de gizemli bir Amerikalı olması ve Billy’nin “Sen konsolosluktan mısın?” sorusuna, Amerikalının “Onun gibi bir şey” cevabını vermesi; filmde bu konunun işlenmiş olabileceği ihtimalini güçlendirmektedir. Filmde bununla ilgili kesin bir bilgiye yer verilmese de ipuçları takip edildiğinde böyle bir sonuca varmak pek de zor değildir.

12 Mart Muhtırası’nın temel amaçlarından birinin ülkedeki radikal sol kesimi dizginlemek olduğu bilinmektedir. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan ve Mahir Çayan gibi sosyalist devrimci gençlerin öldürülmesi bu döneme rastlamaktadır. 12 Mart Muhtırası’nın toplumdaki sol algısı üzerindeki etkisi filmde de, Sağmalcılar Cezaevi’nin deliler koğuşunda geçen bir sahne aracılığıyla gösterilmektedir. Billy’nin deliler koğuşuna gönderilişi 12 Mart Muhtırası’nın dört yıl sonrasına, yani 1975 yılına rastlamaktadır. Deliler koğuşunda, bir sütunun etrafında durmaksızın sağa doğru dönen insanların arasında karışan Billy; bir anda herkesi aksine sola doğru dönmeye başlar. Diğerleri Billy’i tekrar kendi döndükleri yöne çevirmek için çekiştirirken, Ahmet adındaki bir mahkum Billy’e “İyi bir Türk her zaman sağa doğru yürür. Sol komünist demektir. Sağ iyi olandır.” der.

Sahnenin Amerika propagandası yapmak amacıyla çekilmiş olduğu ihtimali olsa da sola doğru dönenin bir Amerikalı, ona yanlış tarafa yürüdüğünü söyleyenin bir Türk olduğu düşünüldüğünde bu olasılık zayıflamaktadır. Bana kalırsa bu sahne, ordunun 12 Mart Muhtırası sonrasında sol kesimlere uyguladığı şiddetli baskının toplum üzerindeki etkisini göstermesi açısından önemlidir.
Kapanış
Dönemin sorunlarına parmak basması ve Türkiye-ABD arasındaki ikili ilişkileri anlatması bakımından değerli bir yapıt olan Gece Yarısı Ekspresi, yaşanmış orijinal olaya yapılan ekleme ve değişikliklerin sonucu olarak Türkiye’nin imajını uzun yıllar boyunca sarssa da izlenmesi gereken bir film.

Lütfen sizler de Türkiye-ABD arasındaki haşhaş krizi ve Gece Yarısı Ekspresi filmiyle alakalı görüşlerinizi yorumlar kısmında belirtin. Filmler hakkındaki başka bir yazıda görüşmek dileğiyle, hepinize iyi günler dilerim.
Kaynakça
Aksu F. Türk Dış Politikasında Karar Alma ve Kriz Yönetimi Süreç Analizi. İstanbul: Dış Politika ve Kriz İncelemeleri Yayınları. 2017.
Başlamışlı, M. Amerikan Belgelerine Göre 12 Mart Muhtırası’na Giden Yolda Haşhaş Sorunu. Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi. 2018;5(14):351-376.
Experience over Eight Decades of the Oscars from 1927 to 2020. The 51st Academy Awards | 1979. Oscars web sitesi. Erişim tarihi: Haziran 14, 2020. https://www.oscars.org/oscars/ceremonies/1979
National Research Council (US) Committee on Substance Abuse Prevention Research; Gerstein DR, Green LW, editors. Preventing Drug Abuse: What do we know? Washington (DC): National Academies Press (US); 1993. 1, Illicit Drug Use in the United States. Şurada mevcut: https://www.ncbi.nlm.nih.gov/books/NBK234579/
Smith H. Stone sorry for Midnight Express. The Guardian web sitesi. Aralık 16, 2004. Erişim tarihi: Haziran 13, 2020. https://www.theguardian.com/world/2004/dec/16/turkey.film
- Yine
- Fırtına
- Orhan Pamuk – Cevdet Bey ve Oğulları
- Hayattan Sahneler 2
- Gece Yarısı Ekspresi Filmi ve Türkiye – ABD Arasındaki Haşhaş Sorunu
Aşağıdaki ikonlar yardımıyla sosyal medya hesaplarıma ulaşabilirsiniz.