Bugünkü yazım, Adalet Ağaoğlu’nun, cumhuriyet dönemi Türkiye’sini geniş bir biçimde anlattığı Ölmeye Yatmak adlı romanı hakkında. Ağaoğlu’nun Dar Zamanlar Üçlemesi’nin ilk kitabı olan Ölmeye Yatmak; kitabın baş kahramanı Aysel’in iç dünyasından, sıkıntılarından ve yaşamından bahseden, bunu yaparken de dönemin koşullarını ve toplumsal olaylarını – Selim İleri’nin dediği gibi – yarı belgesel bir tarzla okuyucuya aktaran okunulası bir eser.
Kitabın oldukça zengin olan içeriği arasında bugün üstünde duracağım konu ise kitabın geçtiği dönemde Türkiye’nin içinde bulunduğu durum ve şartlar. Bu konuyu eğitim ve siyaset başlıkları altında genişletmeyi uygun buldum. Keyifli okumalar…

Ölmeye Yatmak Kitabı Üzerinden 1938-1968 Yılları Arasında Türkiye’deki Eğitim Anlayışının ve Siyasi Yapının İncelenmesi
GİRİŞ
Ölmeye Yatmak, ele aldığı roman kişilerinin hayatları üzerinden Türkiye’nin 1938-1968 yılları arasındaki siyasal ve sosyal yapısına ışık tutmaktadır. Bir kasaba okulundan mezun olan öğrencilerin yaşamları; halk için henüz çok yeni olan cumhuriyet rejimi ile dönemin küresel olaylarının, siyasi yapı ve eğitim anlayışı üzerindeki etkisinin gözlemlenmesi açısından önemlidir. Atatürk’ü sevmek ve Atatürk için okumak anlayışının eğitim sisteminin temelini oluşturması, uygarlaşma adı altında devletin ve aydınların beklentileri; yeni rejimin sürdürülebilirliğinin sağlanması adına uygulanan siyasi baskı ve sansür; yeni patlak veren küresel savaşın sansür ve baskıya rağmen toplumda görüş ayrılıklarına yol açması gibi kitap boyu işlenen konular dönemin Türkiye’sindeki eğitim anlayışını ve siyasi yapının durumunu gösteren önemli hususlardır.
Cumhuriyet Sonrası İzlenen Eğitim Politikasının Portresi: Ölmeye Yatmak
Bağımsızlığını yeni kazanmış ve rejim olarak cumhuriyeti benimsemiş 1923 ve sonrası Türkiye’sinde modernleşme ülküsüyle inkılap hareketleri başlamıştır. Sürgit’in (142) belirttiği gibi, modernleşme, cumhuriyetin ilanıyla birlikte yeni kurulan devletin çağdaş dünya ülkeleri seviyesine yükselebilmesi için bir gereklilik olarak görülmüştür. Eğitim ise modernleşme gayesindeki cumhuriyet ideolojisini halka öğretmek ve gelecek kuşaklara aktarmak için kullanılan en önemli araçlardan biri olmuştur.
Ölmeye Yatmak romanı, modernleşme ülküsünün sözcülüğünü üstlenen eğitim anlayışını ve bu anlayışın etkilerini roman kahramanlarının düşünce yapıları ve yaşamları üzerinden okuyucuya aktarması bakımından oldukça önemlidir.
a) Atatürk için Okumak/Okutmak
Roman boyunca yansıtılan dönemin eğitim anlayışında, ülkenin kurucusu ve lideri olan Atatürk’ün büyük etkisi göze çarpmaktadır. Atatürk modernleşmenin ve dolayısıyla eğitim öncüsü konumundayken, zamanla kendisine karşı duyulan aşırı hayranlığın da etkisiyle eğitim ve modernleşmenin simgesi, hatta bunlara duyulan arzunun sebebi haline gelir.
Romanda bahsi geçen köy okulunun ilkokul öğretmeni olan Dündar Bey, Atatürk’ün ülkedeki eğitim anlayışı üzerindeki etkisinin yorumlanması bakımından göze çarpan bir örnektir. Zira, Atlı’nın (28) da dediği gibi, “Dündar Bey Atatürk’ün istediği gibi öğrenciler yetiştirmek idealine kapılmış olan bir ilkokul öğretmenidir.” Dündar Öğretmen’in bu tavrını ilkokul müsameresinin yapılmasına verdiği büyük önemde görmek mümkündür:
“ Geç bile kaldı bu okul. Bu yıl da olmasaydı, Öğretmen Dündar karalar bağlayacaktı. Beceriksiz, yenik, ülküye sırt çevirmiş olacaktı. Merkezi Hükümet’e bir çağırsalar, kimsenin yüzüne bakmaya surat kalmaz. Başöğretmeni zorlayışları bundan. Kulağının dibinde arı gibi vızıldayışları. Polkayı kabul ettirmek için artık bir seferinde ‘Atam, Atam, Büyük Atam!..’ diye hıçkıra hıçkıra ağlamıştı. Ağlayışı içten. ”
(Ağaoğlu, 13)
Atatürk’ün eğitim bağlamında kutsallaştırılmasına ve sembolleştirilmesine bir diğer örnek ise romanın başkahramanı Aysel’dir. Gördüğü eğitim sebebiyle Atatürk’ün genç neslin eğitilmesi arzusunu emir olarak kabul eden Aysel’in düşünce yapısını Atlı (181) şöyle açıklar: “Kutsallaştırılan Atatürk, sözünden çıkılması günah olacak bir kimliğe büründürüldüğünden Atatürk’ü sevmeyen ya da isteklerine uymayan kişi de günaha girmiş olur.” Bu açıklama dönemin öğrencilerinin eğitime bakış açılarını anlama hususunda yol göstericidir.
b) Eğitimin Temel Gayesi Olan Modernleşmenin Toplumdaki Yeri
Cumhuriyetin ilk yıllarında modernleşme, Batı’nın fikrini ve yaşam biçimi benimseme temeli üzerine kurulmuş, geçmişten gelen dinsel ve geleneksel ögelerin yaşam içindeki yeri kısıtlanmaya çalışılmıştır (Sürgit, 142). Bu bağlamda, modernleşmenin toplumdaki yansımalarını roman boyunca yoğun biçimde görmek mümkündür.
Ölmeye Yatmak romanında bu konuya üst sınıfı temsil eden Aydın’la taşralı kesimi temsil eden Aysel’in karşılıklı ilişkisi üzerinden sık sık değinilir. Aydın roman boyunca Aysel’i eğitiminin gereklerini yerine getirmemekle ve modern bir Atatürk kızı olamamakla suçlar:
“ Modern Türkiyemizde bütün talebelerin böyle başı örtülü olduğunu sanıyorlar galiba ecnebiler. Ne yanlışlık! İşte Aysel gibi kızlarımız yüzünden Garp dünyasında böyle tanınıyoruz. ”
(Ağaoğlu, 89)
Dönemin çağcıl ailelerin çocukları olan Aydın ve Sevil’e göre eğitim ve modernleşmenin yolu sanattan, kadın-erkek ilişkilerindeki normalleşmeden, giyim kuşamdaki değişimden geçmelidir. Sevil’in keman öğretmeninin sözü bu durumun ispatı noktasında önemlidir:
“ Şimdi başkentimizde bir orkestra var. Ama ne zaman ki her vilayetimizde bir orkestramız olur, işte o zaman Batı uygarlığına erişiriz. ”
(Ağaoğlu, 136)
c) Modernleşme Sürecinde Eğitim ve Gelenek Çatışması
Cumhuriyetin ilk yıllarında, halk içerisinde saygın bir konumda olan dinsel ve geleneksel ögelerin baskınlığının kırılmaya çalışıldığından yukarıda bahsedilmişti. Halk tabanlı olmayıp devlet eliyle halka dayatılmaya çalışılan bu değişiklikler halk ve devlet arasında anlaşmazlıklar çıkmasına, çatışma yaşanmasına neden olmuştur. Bu ikilemi cumhuriyet nesli çocuklarında bireysel tabanda görmek de mümkündür. Çatışmanın ve anlaşmazlığın yalnızca halk ve devlet ile sınırlı olmadığını Çavuş (340) şu şekilde açıklar: “Benzer çatışmalar sadece halk ve devlet arasında değil, yeni yetişen nesil üzerinde de görülür. Çünkü yeni nesil hem eski kültür taşıyıcılarıyla hem de yeniliklerin aktarıcısı olan okulla muhatap olmak zorundadır.”
Devlet ve halk arasında yaşanan bu çatışmalara Ölmeye Yatmak kitabı boyunca sık sık yer verilir. Devleti ve eğitimi temsil eden kasaba okulunun başöğretmeniyle, geleneği temsil eden kasaba halkı arasındaki anlaşmazlık bizzat başöğretmen tarafından şöyle ifade edilir:
“ Evet, belki Batı’ya daha geniş bir pencere açılmış olacak, ama bütün kasaba halkı da ayağa kalktı. Çocuklarını okuldan geri almak isteyenler bile çıktı. Kör Enver, kızının müsamereye girmemesi için sonuna dek direndi. Şimdi yolda gördü mü, başını çeviriyor bana. Sağda solda da kerhaneci diyesiymiş. Gâvur hoca adı bitti şimdi de bu. Kaymakamdan çekinmeselerdi, bunca yıllık hemşerilerimle nerdeyse toptan aram açılacaktı. ”
Ağaoğlu (13)
Kitap boyunca anlatılanlar göstermektedir ki devlet eliyle dayatılan ve modernleşme ülküsüne hizmet etmesi plânlanan eğitim politikası halk tarafından yeterince benimsenememiş, içselleştirilememiştir.
Eğitim-gelenek çatışmasının sonucu olarak cumhuriyet neslinin yaşadığı kimlik bunalımı ise kitabın ana kahramanı Aysel’in ölmeye yatışında net bir biçimde gözler önüne serilir. Ayaz’ın (38) vurguladığı gibi, “çevrenin tüm etkilerinden uzak olma isteğini ifade eden bu durum, Aysel’in hayatı boyunca ailesinden ve toplumdan gördüğü baskılardan ve kendisine dayatılan kalıplardan sıyrılma isteğinin bir ifadesidir.”
Ölmeye Yatmak’ta II. Dünya Savaşı Sırası ve Sonrasında Türkiye’deki Siyasi Yapı
Türkiye Cumhuriyeti, II. Dünya Savaşı’na doğrudan katılmamış olsa bile, çok geniş coğrafyalara tesir eden bu gibi küresel bir olaydan etkilenmedi demek de yanlış olur. II Dünya Savaşı’nın dönemin Türkiye’si üzerindeki en büyük etkisi toplumda yarattığı siyasi ayrışmadır.
Ölmeye Yatmak romanında dönemin karakteristik özelliği olan kutuplaşma ve siyasi çekişme hali kahramanların hayatları üzerinden okuyucuya aktarılır. Bu durumu Atlı (29-30) şu şekilde açıklar: “Çeşitli gruplar tarafından sağ ve sol kutuplara ayrılan kahramanlar, II. Dünya Savaşı’nın Türkiye üzerinde yarattığı bunalım havasının okuyucuya başarıyla yansıtılmasını sağlamışlardır.”
a) Irkçılık Tabanlı Sağcılık
Atlı (158), bahsedilen süreçteki sağ ideolojiyi şu şekilde izah eder: Irk kavramı bu dönemde Türkiye’deki milliyetçiliğin ve sağcılığın temelini oluşturur. Fransız İhtilali’nden bu yana süregelen milliyetçilik akımı, II. Dünya Savaşı sırasında Hitler’in Türkiye’de de yankı bulan politikalarının etkisiyle ırkçılığa evrilir.
Ölmeye Yatmak’ın kahramanları arasında sağ ideolojinin en büyük destekçileri İlhan ve Fethi Abi’nin başını çektiği milliyetçi gruptur. Bozkurt, Kızılelma, Ergenekon gibi ırkçılık ideolojisini yaymaya çalışan dergilerin bu kişiler tarafından adeta kutsal sayıldığı yer yer okuyucuya aktarılır. Almanya’ya ve Hitler’e duyulan hayranlık bu kişilerin bir diğer önemli özelliğidir. Onlara göre Hitler’in saf Alman olmayanları öldürmesi şerefli ve onurlu bir eylemdir.
b) Sosyalizm Tabanlı Solculuk
Dönemin Türkiye’sinde sol düşünce biçimi, 1922 yılında kurulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’ne, SSCB’nin kurucusu olan Lenin’e ve sol ideolojinin önemli temsilcilerinden biri olan Fidel Castro’ya duyulan hayranlığa dayanır.
Romanda, Aydın, Aysel, Engin, Ali ve Ali’nin lokantada tanıştığı arkadaşları sosyalizmin ve solculuğu genç temsilcileri olarak ön plana çıkar. Engin dışındaki kahramanların sol sempatizanlığı cumhuriyetin ilk genç kuşağı olmanın verdiği baskıyla yalnızca şiir ve roman okuma seviyesindedir. Özellikle Nazım Hikmet, kitap boyunca dönemin komünist şairi olarak ön plâna çıkar:
“ Ali, Ertürk’ün mektubunu almadan bir hafta önce, içinde altı yıla yakındır barındırdığı o karanlık köşesine oturmuş, Nazım Hikmet’in şiirlerini bir defterden bir deftere geçiriyordu. ”
(Ağaoğlu, 309)
c) Devletin ve Toplumun Aşırı Sağ ve Aşırı Sol İdeolojilere Karşı Tutumu
Devlet’in bu dönemde takip ettiği yolu göstermesi bakımından Çavuş’un (344) şu açıklaması önem arz etmektedir: “Zira romana konu edinilen dönemde, devletin toplum üzerindeki baskıcı, sansürcü ve otoriter tutumu hâkimdir. Bu yıllarda yasaklanan kitaplar, cezaevlerine sokulan sanatçılar vardır. Kısacası devletle uyuşmayan her türlü eser, düşünce, kişiler ya yasaklanmış ya da cezalandırılmıştır.”
Nazım Hikmet, Sabahattin Ali ve Ruhi Su yukarıda bahsedilen, Ölmeye Yatmak romanında da değinilen yazarlardan bazılarıdır. Nazım Hikmet’in Bursa Cezaevi’nde mahkûm olarak tutulması, Sabahattin Ali’nin bir fail-i meçhul bir cinayete kurban gitmesi romanda bahsi geçen ve devletin sol ideolojiye karşı tutumunu gösteren hususlardır. Toplumun da bu yazar ve şairlere bakış açısı devletinkinden pek farklı değildir. Behire’nin Aysel’e yazdığı mektupta söyledikleri bu savı kanıtlar niteliktedir:
“ Şu karışık zamanda ve Moskof’un bize temelli göz diktiği bir sırada güzel yurdumuzu Ruslara satmak isteyen o adamdan şair mair diye bana sakın bir daha söz etme. Ve sen de eğer, söz etmesen bile, bu pisi seviyorsan ve hala bu hainin yazdıklarını okuyorsan, boz. ”
(Ağaoğlu, 289)
Solcu kesimin aksine o dönemde ideolojilerini daha eylemsel boyutta yaşayan sağ gruplara devletin tepkisi sert ve ağırdır. Fethi Abi’nin liderliğinde Dil ve Edebiyat Komitesi’nin açacağı Edebiyat Müsabakası’nı protesto etmek için toplanan İlhan ve Namık’ın da bulunduğu gruba polis tarafından müdahale edilmesi ve bu kişilerin yargı önünde cezalandırılması devletin tutumunu, uyguladığı yıldırma politikasını göstermektedir. Sağ ideolojiye uygulanan bu baskı, çok partili hayata geçişte sağ yanlısı Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle sonuçlanmıştır.
SONUÇ
1938-1968 yılları arasında Türkiye’de eğitim anlayışının Atatürk’ün açtığı yolda yürümek, ona ve inkılaplarına yaraşır bir insan olabilmek amacı üzerinden şekillendiği, Ölmeye Yatmak kahramanlarının düşünce dünyası incelendiğinde açıkça görülebilir. Atatürk’ün en büyük ideallerinden biri olan uygarlaşmak; ülkenin zengin ve okumuş insanları tarafından kadın erkek ilişkilerindeki yakınlık düzeyi, Batı sanatının yaygınlaşması, giyilen kıyafetlerin modernliği gibi ölçütlerin varlığıyla ölçülmüş; ancak bu durum toplumun her bireyi tarafından kabul edilemediği için gelenek ve modernleşme arasında çatışma çıkmasına sebep olmuştur. Yeni rejim olan cumhuriyetin sürdürülebilir olması için toplumdaki aykırı görüşlere, bu görüşlerin başta edebiyat olmak üzere birçok alandaki yansımalarına sansür ve baskı uygulanması dönemim Türkiye’sinin en göze çarpan niteliklerinden biridir. Bu husus roman karakterlerinin hayatlarından kesitlerle okuyucuya oldukça etkili biçimde yansıtılmıştır. Ayrıca roman, Atatürk’ün ölümünün hemen sonrasında patlak veren II. Dünya Savaşı’nın toplumun siyasi yapısı üzerindeki etkisini göstermesi bakımından da önemlidir.
KAYNAKÇA
Ağaoğlu, Adalet. Ölmeye Yatmak, İstanbul: Everest Yayınları, 2018.
Ayaz, Hüseyin. ‘Ölmeye Yatmak’ Romanında Aysel’in Yabancılaşması. International Journal of Social Science, 2.(2), 2009.
Atlı, Ferda. Siyasal Düşünceler Bakımından Adalet Ağaoğlu Romanları. İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Samsun, 2011.
Çavuş, Burak. Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak Romanında Cumhuriyetin Kimliği ve Kimlik Çatışması. International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish,10.(4), 2015.
Sürgit, Büşra. Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak Adlı Romanında Eğitsel Sorunlar ve Öğretmen İmgesi. FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, (4), 2014.
Not: Bu makale 2018 Güz Dönemi’nde, Koç Üniversitesi’nde Ogün Kırtıl tarafından verilen TURK 100 (11) dersi için yazılmıştır.
- Yine
- Fırtına
- Orhan Pamuk – Cevdet Bey ve Oğulları
- Hayattan Sahneler 2
- Gece Yarısı Ekspresi Filmi ve Türkiye – ABD Arasındaki Haşhaş Sorunu
Aşağıdaki ikonlar yardımıyla sosyal medya hesaplarıma ulaşabilirsiniz.
Полезно
спасибо тебе